Mahmut Özdemir, ‘Esenlik Söylencesi ‘isimli ilk kişisel resim sergisi ile 10 Şubat – 1 Mart 2017 tarihleri arasında Galeri Soyut C Salonunda izleyicisi ile buluşuyor.

ESENLİK SÖYLENCESİ

Günümüz dünyasında kalabalıkların hızlı bir ivme ile büyüdüğü ve bu büyümeye paralel olarak insanın da aynı ölçüde giderek yalnızlaştığı bir ortam ve bu ortama bağlı olarak yeni yaşam biçimlerinin ortaya çıktığını vurgulayan sanatçı aynı zamanda dünyanın da kendi kıyametini kendi ellerinde biriktirdiğini ve her geçen gün bu kıyametin şiddetinin arttığını söylüyor. Ayrıca bugün bu yokuşun giderek daha da korkutucu bir şekilde tüm dünyayı sarmaya başladığını belirtmektedir. Bu büyüme hızı ile birlikte insanların ellerinde biriken gücün de zaman zaman büyük kıyımlara sebep olduğunu dile getirmektedir. Bu kıyımların da Dünya’nın çeşitli bölgelerinde insanlığın unutulmasına, karanlık dehlizlere gömülmesine böylece dünyanın trajik bir sahneye dönüşmesine neden olduğunu ifade etmektedir.

Sanatçı insanlığın dünyada var olmasıyla birlikte keşiflere başladığını ve gizli güçleri ortaya çıkardığını ve bu keşiflerinde bir yandan insanlığın hayatını kolaylaştırırken bir yandan da insanı dünyaya mahkûm kıldığını düşünmektedir. Gelişen teknoloji ve bilgi birikimi ile birlikte insanlığın yeni bir boyut kazandığının inkâr edilemeyeceğini ancak bununla birlikte asıl boyutunu da yitirmeye başladığını belirtmektedir. Sanatçı; ‘’İnsan Tanrı ile var oldu, Tanrı da insanda kendini ifşa etti ancak günümüzde insanlık Tanrısal boyutunu yitirmiştir.’’ diye düşünmektedir.

İşte sanatçı da üretimini bu noktadan yola çıkarak şekillendiriyor. Sergilenecek olan ‘’Esenlik Söylencesi‘’ adlı sergi dizisi resimleri; insan, toplum ve küresel olarak değişen değerler üzerine kurulu eserlerden oluşmaktadır. Sanatçı ya göre sanat insan zihninde bir dünya kurma ve yönetme eylemidir. Sanatçı bu anlamda zihninde kendi dünyasının imgelemini oluşturmuştur. Sanat anlayışının altında yatan nedenler bahsedildiği gibi bunların toplamının zihninde oluşturduğu psikolojik ruh halleridir.

Shakespeare ‘’Dünya bir tiyatro sahnesidir’’ demiştir. Sanatçı da bilhassa resmi için, ressamın bir sahne kurma eylemi olarak tanımlar. Sanatçı eserlerini ruhunda ortaya çıkanların belirginleştirildiği bir sahne olarak görmektedir. Sanatçı bu durumu da şu şekilde ifade etmektedir: ‘’Maalesef ki ben sahneye bir fars, vodvil koyamıyorum. Ben tragedyayı ve dramı ortaya koyuyorum. Hatta şunu diyebilirim ki ben resimlerimde dramaya yer vermiyorum çünkü insanlığın acıları yeterince gerçek ve benim yapıtlarım da bu gerçeğin ürünüdür. Tragedyalardaki gibi Tanrıları, Kralları değil insanları ve tabiatı anlatıyorum. Cinnet; bireyler arasında ender lakin yığınlarda, hiziplerde, etnik cemaatlerde kuraldır” demiştir Nietzsche. Ben ise cinnet geçirmiyorum insanlığın geçirdiği cinneti puslu bir his okyanusundan çıkarıp resme döküyorum.

Sanatçının resimlerinde, insanın toplumdan uzaklaşması ve kendi bireyselliği adına yalnızlaşması ve bu yalnızlığın giderek psikolojik olarak insanı kendinden uzaklara iten bir varlığa dönüşmesi durumu görülmektedir. Toplumun bir şuur kaybı yaşamasıyla toplumsal hayatın durması ve bir anlamda bencil bir kavganın giderek büyümesinden doğan endişeleri eserlerine zemin olarak kullanmaktadır. Bize ödünç verilen dünyanın bu kavga ve kaosun sonucu giderek yıpranıyor olması ve korku dolu bir sonun ayak seslerini duyuyor olması sanatçının resimlerine birer çağrı hüviyeti kazandırıyor. Ayrıca dünyanın ve insanın içinde bulunan ama yıkımlarla kararan güzelliklerine bir özlem var. Çağrısı bu özlemden doğuyor ve o çağrı gene bir özleme dönüşüyor. Sanatçı Badilliler gibi zamanın durmadan fasit bir dairede döndüğüne inanmasa da kendisini de bu dilemmada görmektedir.

İLGİLİ SANATÇILAR

MAHMUT ÖZDEMİR - 1987

1987 yılında Elazığ’da doğmuştur. Lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği bölümünde tamamlamıştır. Şu anda Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde yüksek lisans yapmaktadır. Sanatsal çalışmalarını kendi özel atölyesinde sürdürmektedir.

2017 yılında “Esenlik Söylencesi”, 2019’da ise “Yeryüzü Notları” başlıklı iki kişisel sergiyi Galeri Soyut’ta gerçekleştirmiştir. Ayrıca birçok karma sergide yer almıştır.

Sanatçının düşüncesine göre insan, varoluşuna anlam kazandırdıkça var olur. Kendi varoluşunun, eserlerinin varoluşundan önce anlam kazanması gerektiğine inanır; bu sayede durmaksızın anlamlı eserler yaratabileceğini savunur. Eserleri, sanatçının varoluşundan izler taşır; hatta onun varlığının bir parçası niteliğindedir. Toplumsal maskelerden uzak ve yaftalama amacı gütmeyen bir yaklaşımla, varlığını anlamlandıran birinci el olarak görür sanatını.

Doğayı yalnızca insandan bağımsız olarak ele almanın, insan doğasının anlamı üzerine geliştirilebilecek düşünceleri sığlaştırdığına inanır. Bu nedenle doğa ve insanın, birbirlerini etkileme strateji ve güçleriyle bir bütün olarak okunması gerektiğini savunur. Ona göre tarih öncesinden günümüze kadar insanın doğayla ilişkisi yalnızca temel ihtiyaçlar çerçevesinde değerlendirilemez. Doğa, antikçağdan günümüze sanatın ana nesnesi olarak fiziksel devinimi, kimyası, biyolojik yapısıyla hem sanatın hem de gündelik yaşamın olağan ya da olağanüstü bir parçası olarak varlık gösterir.

Sanatçının resimlerindeki doğa, insanın beslediği ümit ve bekleyişle aynı dili konuşur. Bu “dil”, insanla doğanın aynı surette buluşmasını simgeler. Beslenen ümidin zamanla aşınması, mevsimi olmayan bir ruh üşümesine yol açar; bu durum Adalet Ağaoğlu’nun ifadeleriyle bir tür içsel donukluk olarak yansır. Sanatçının resimlerindeki bu “üşüme”yi yumuşatan motif ise geyik imgesidir. Geyik, onun sanatında değişimin, aydınlanmanın, yeniden doğuşun ve tükenmekte olan doğanın umut veren canlı bir formu olarak yer alır.

Eserlerinde bütüncül bir mekân algısı yaratmaktan ziyade, insan ile mekân arasında ontolojik değil, kromatik bir ilişki kurmayı amaçlar. Bu yaklaşımla doğal olmayanın yıkıcılığına dikkat çekmeyi hedefler.

Haftanın Seçkisi

Yükleniyor...